Başlamayı beceremediğimiz yolsuz sapkınlığımız, bir yerde durmaktan başka çare göstermiyor ve yolumuz gittikçe çıkmaz bir hal alıyordu. Kafamıza takılan bir soru vardı, biz kimdik ve ne yapmalıydık? İşte her şeyin bu döngüyle başlayıp, bitişini bizim bile kestiremediğimiz evrensel yolda yaşantımız sonsuzluğa gömülüyordu. Çözümü yaşamın içinde aramaktansa, hep başka yollarda vaktimizi harcıyor ve tekrar döngüyle baş başa kalıp, bulunduğumuz noktaya yeniden dönüş sağlıyorduk. Yaşamak işte tam da bu zamanda ortaya çıkıyordu. İçimizde barındırdığımız közlenmekte olan heyecanımızı yeniden alevlendirmeye ne kadar can atsak da, esir olmuş bedenimizi gün yüzüne çıkarmak hiç kolay olmayacaktı. Çünkü fedakarlıklar üzerine kurduğumuz yaşantımızda, kendimizi dahi görmezden gelip kısrak bir canlı gibi bütünleşmeyi sağlamak, bulunduğumuz yerden metrelerce arşa çıkmak kadar güç, hatta zorlayıcı olmanın ötesinde imkansızdı. İmkansızlık bir yerde bizlere yeniden doğuşu göstermenin kapılarını aralamaktaydı. Peki kimliklerimiz içinde can çekiştiğimiz, bizim kim olduğumuzu sorgulamamızdaki asıl etkenin, aralanan kapılar ardında pusuya yatmış cevaplarımız olması mıydı? Bilmiyoruz. Fakat kurguladığımız sorunların başlangıcını kestiremediğimiz her vakit, bize yeni bir düşman kazandırıyor olması en etkili nedenler arasında sayılabilirdi. Kendimizi tanımamız dahilinde ilk soruna çözüm bulabilseydik eğer, ikinci etken maddeye yönelebilmeyi bir başarı olarak nitelendirebilirdik. İşte buradaki ikinci dalgamız ise ‘ne yapmalıydık?’ sorusuna odaklanmamız olacaktır. Ziyafetlerle hazırlanmış bir sofranın en baş köşesine oturup, önüne birçok çeşit yiyeceklerin iştahla gelmesini bekleyen, karnı ve gözü aç bir canlı gibi olmak, kendinize yaptığınız en büyük hata olacaktır. Oysa, o sofraya bir tabak da siz koysanız, amacınızdaki yönelimlere katkıda bulunacaksınız. Maalesef ki sorunların çözümlerini kolay yoldan halledebilmeyi seçmek, insanoğlunun armudun pişip ağıza düşmesiyle eş değer haline getirmesi kadar basit oluyor. Fakat gerçek evrende bu düzen böyle işlemiyor. Hazırlanmış bir dünyada, belirlenmiş bir ailede, sonuçlanmış bir cinsiyette var olmamız, bizlerin önümüze gelen veyahut istediğimiz her şeyi kolayca elde edeceğimiz anlamına gelmiyor. Var olduğumuz sınırlı yaşam süresinde, kimi şeyler kendi tercihlerimiz kapsamında onaylanmadan belirlenmiş olsa bile, geriye kalan seçimlerimiz bize mahsus kılınmıştır. Burada bize düşen en büyük görev, klasikleşmiş toplumsal düzene uyum sağlama zorunluluğunda hissetmemek. Mentalitemize uygun fikirlerimizi hiçbir baskı altında kalmadan ve kolaya erişebilmek adına basit indirgemeler yapmadan çözüm odaklı yaklaşabilmektir. Bizler ancak, sorgulamanın ötesine geçmeyi başarabildiğimiz an kim olduğumuzu ve ne yapmak istediğimiz konusunda aydınlığa ulaşabiliriz. Yoksa fedakarlıklar, basit yollar, boşa vakit harcamalar ve yeniden başa sarmalarla yolsuz sapkınlığın içinde dönüp durmaya devam ederiz.
https://mahtanmiriell.blogspot.com/
YanıtlaSilBu yazı kafamı açtı ama tekrar tekrar ve irdeleyerek okumam gerek. Tuvalette okumak gibi bir terbiyesizlik yaptım ama zihnimin en berrak olduğu yer burası. Diğer yazıdan devam...
YanıtlaSilDeğişik bi de gerçek
YanıtlaSil