Translate

Bu Blogda Ara

18 Mayıs 2018 Cuma

Ait Olduğun Yere Serüven


      Yeni yolculuklarla birlikte başlayan yeni hikayeler. Sıcak, bunaltıcı havanın esiri olmuş, buradan kurtulmak isterken, hayatımın belki de en mutlu, heyecanlı ve en dorukta yaşayacağım günlerden bir tanesini geçirme umuduyla, kulaklığımı takmış uzun bir serüvene, otostopa çıkmaya karar vermiştim. Her şey Kaş’a gitme kararıyla başlamıştı. O hiç görmediğim, herkesin hayranlıkla, bir aşkla bahsettiği yeri merak ediyor, içimdeki bu gitme isteğini durduramıyordum. İnsanlar hep yeni yerler görmek, keşfetmek isterler ve her zaman bunun daha fazlasını. Artık buna ben de hazırdım yeni bir gökyüzü, yeni insanlar, içimi ısıtan bir güneş, maviyle turkuazın birleştiği deniz ve biraz da huzur için. Elimi kaldırdım ve ilk serüvenime birinin beni aracına alması umuduyla yola koyuldum. Suratımda anlam veremediğim sırıtmalar, içimi taşıran heyecanımla, bir sigara yaktım ve yürümeye koyuldum. Yürüdükçe düşünüyor düşündükçe içimdeki o heyecanı bastırmaya çalışıyordum her adımımda. Artık sigaranın sonuna yaklaşıyordum ve tek bir araç bile beni almak için durmamıştı. Hayat da öyle değil mi zaten, ne zaman bir şeye heveslensen yarıda bırakırdı seni, umudunu kırar imkansız olduğunu düşündüğün an bir ışık doğururdu. İşte ben de tam umudumu kaybetmişken beni esiri olduğum bu şehirden uzaklaştırmak için bir şans doğmuştu. ‘Nereye ? ‘ Güneşe, denize, kuma, o merak ettiğim içimi doldurup taşıran Kaş’a! Karanlık ve gökdelenlerle dolu olan bu şehirden kurtulabilmek için bir adım attım ve artık uzun bir yola başlamıştım. Bazen en lüks otomobiller, bazen kamyon arkalarında saçlarımın uçuşarak, rüzgarın tenime çarptığı her hızda özgürlüğümü buluyor bazen de tır yataklarında sızarak yolculuğun keyfini çıkarıyordum. Birçok insanla tanışmama sebep olan bu macerada, kimi zaman kahkahalarla ortalığı delip geçerken kimi zaman da gerçek dünyayla tanışıyordum. Bir araçtan diğer araca, bir insandan başka bir insana süzülüyordu yaşamım. Saatler ilerledikçe ilerliyor ve bu eğlenceli yolculuğun sonuna varıyordum. Gündüzün yerini gece almaya başlamış, ben ise Kaş’a yaklaşmıştım. Denizin o masmavi güzelliği günbatımıyla birlikte gün yüzüne çıkarken gözlerimi kapamıştım ve derin derin içime çekiyordum o eşsiz deniz kokusunu. Oysa böyle şeylerin yalnızca hayallerde olacağını düşünürdüm, Sahiden hayal miydi yoksa gerçekten gelmiş miydim ? Bahsedilenler kadar güzel olacağını tahmin etmezken tam da şuanda, burada yer aldığıma inanamıyordum. Beni otelimin kapısına kadar bırakan o nazik insanlara da. Aceleyle otele girip resepsiyondan odamın anahtarlarını isteyerek yorgunluktan bitkin düşmüş olan bedenimi yatağa atıp biraz dinlenmekti tek niyetim. Yirmi saatimi yollarda geçirdiğim, bundan gram pişman olmayıp aksine yaşamımın en güzel anılarını biriktirdiğim bu yolculukta, sıcak bir duş alarak deniz manzaralı, palmiyelerin sıcaktan rüzgarla esip kavrulduğu ve beni de derinine çeken bu güzellikte yatağıma uzanarak, gözlerimi kapamıştım. Denizin kıyıya vuruşundaki dalgaların seslerini dinliyor diğer yandan da heyecanımı bastırmak için nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Yorgunluktan sızmış olmalıyım ki, sabah olmuştu. Gözlerimi açtığımda sabahın ilk ışıkları pencereden yüzüme vuran güneşi bütün tenimde hissediyor, o sıcaklık bedenimin her bir hücresine dokunuyordu. Boylu boyuna uzanmış yatağımdan kalkarak güneşin geldiği yöne, dışarıya bakıyordum pencereden. Biran önce dışarı çıkıp bu güzelliği daha yakından görmeli, denizi tenimin her bir noktasında hissetmeliydim. Sıcak bir kahve ve sigaranın ardından, üzerimi değiştirip dışarı atmıştım kendimi. Rüya değildi ve ben buradaydım. Sabahın ilk saatleriydi, sonu görünmeyen sahil, emekli yaşlı kesim amcalar çarşaf gibi olan denize girmiş tadını çıkarıyor, şezlonglarda güneşlenmekten vücutları yanmış turistler, kumdan kale yapan çocuklar ve karşımda mavinin en güzel tonu olan deniz duruyordu. Daha fazla dayanamayıp koşarak kıyıya yaklaştım. Ayaklarımı suya sokarkenki denizin verdiği o serin ürperti tüylerimi diken diken etmiş, suya hızlıca girmektense bunun keyfini çıkarmayı yeğlemiştim. Su öyle berrak öyle güzeldi ki, ayaklarımın çevresinde yüzen balıklar bana dokunduklarında birbirlerinden habersiz kaçışıyorlardı. Heyecanımı içimde bastıramamış, mutluluktan kalp atışlarımı kulaklarımda hissedebiliyordum. Ne soğuk ne de sıcak olan denize dalıvermiştim. Gittikçe derinlere dalıyor, balıklarla birlikte adeta dans eder gibi yüzüyordum. Özgürlüğü tanımlamam gerekirse sanırım böyle bir şeydi. Su gibi, derin, sert ve yumuşak. Beş günümü dolu dolu geçirdiğim bu yerde, her sabah böyle uyanıyor geceleri ise Kaş’ın o canlı sokaklarında tanıdığım tanımadığım her insanla içiyor, geziyor, gülüyor ve eğleniyordum. Gündüz tekne turları, akşam gece hayatlarıyla cıvıl cıvıl olan şehirden sanki hiç gitmeyecekmişim gibi yaşıyordum. Kimi zaman alkolümü alıp sabaha kadar denizin kayalara şiddetle çarpışını izlerken, kimi zaman sokaklarda, gece kulüplerinde eğlencenin hat safhasını yaşıyordum. Her şeyi yaşamıştım. Güneşlenerek kitap okumayı, uyumayı, sabahları uyanıp sahilde koşmayı, tanımadığım insanlarla muhabbet edip kahkahalarımızla herkesi şenlendirmeyi, içmeyi, gezmeyi, tozmayı ve en önemlisi de kendimi bulmayı.

11 Mayıs 2018 Cuma

Ne İlk Gidiş Ne de Son

Sabah işemeye gidercesine gittim, herkesin hayatından. Sessiz sedasız, kimsenin haberi olmadan. Güçlü olmanın, ayakta kalmanın tek fayda sağlayabileceği şeydi bu. Gitmek. Koskocaman boşluk arasında nasıl bir yetenekse kayboluyorum. Ailem bile öleceğim, kendime zarar vereceğim korkusuyla başbaşa kalmış, ben ise hala bunun zamanını kollayabiliyordum. Nasıl ama ? Ölüm herkesin korkulu rüyası. Peki ya neden rüyalarda öldüğümüzde yeniden hayata dönüyoruz? Peki ya neden gittiğimizde çıkacak başka bir yol bulamayınca geri dönüyoruz ? Bu sorular beni yakıp yıkarken kurtulmam gereken bu absürt bunalımdan çıkmamın gerektiğini farkettikçe, kendime, aileme, arkadaşlarıma, çevreme, yaşama, yaşamın beni dünyaya getirişine, tanrıya ve ahlaksız olan her şeye kızıyorum. 

10 Mayıs 2018 Perşembe

Hangi Yüz Sizin Yüzünüz ?


          Sizler benim gibi değilsiniz, ben bir aptalım. Hayatı yanlış yaşayıp acılardan zevk alan bir aptal. Sizler benim gibi değilsiniz. Ben bir adımdan ibaretim, bir daha gelmeyecek, biran için var olan ve ardında iz bırakan bir adım. Çünkü sizler hayatınızdaki zorluklara göğüs germektense, hep başkalarına ihtiyaç duyanlardansınız. Seviyorsanız sevilmek istiyor, mutsuzsanız huzursuz etmeye çalışıyor, nefret ediyorsanız nefret ettirmeye çalışıyor, acı çekiyorsanız da acı çektiriyorsunuz. Benim sizler gibi olamamamın yegane nedeni ise acılardan bile zevk alıyor olmam. Sabahları uyanır uyanmaz yüzünüzdeki maskeleri takıyor ve yaşama öyle devam etmeye çalışıyorsunuz. Ne utanç verici! Hayatınızdaki her şeyi stabil hale getirip birbirinize sahte yüzlerle sahte gülücükler armağan ediyorsunuz. Sonra dönüp yalnızlığınızdan şikayet ediyor ve tutunacak bir dal arıyorsunuz. Bir sokakta, bir bankta, bir barda, bir trende, bir filmde, kendinizde.  Oysa ki kaybolmuş benliğiniz kendinizde çare aramanıza bile yardım edemeyecek halde oradan oraya sürüklenip duruyor. Sahiden nasıl yaşayabiliyorsunuz böyle sahtelik üzerine kurduğunuz hayatı ? Her şeyi değiştirmek kendi ellerinizin altındayken alışkanlıklarınızdan vazgeçmeyip, her gün yeni acılara sürüklenmeyi mi seviyorsunuz ? Hayır, sizler düşmekten korkuyorsunuz, sizler ezilmekten, küçük düşürülmekten, dalga geçilmekten, yaşlanmaktan korkuyorsunuz. Sizler hayatın bize sunduğu şeyleri görmemek için gözlerinizi kapatıyorsunuz, hem de kendi yaptığınız maskelerinizle! Kapitalist sisteme boyun eğiyor, soru sormaktan çekiniyor, ne olmak istediğinize karar veremiyor, acımasızlığı kabul ediyor ve git gide içinizdeki duygularınızın yerini koca bir boşluk dolduruyor. Geriye baktığınızda ise ne aşk, ne hoşgörü, ne acı ne de pişmanlık duyuyorsunuz. İçinizdeki öfkeyi bir bardağa su doldururmuşçasına dolduruyor herkese kin ve nefretle bakmaya devam ediyorsunuz. Gerçekleri söyleyen biri karşınıza çıktığında ise ona düşman kesiliyor, esip gürlüyor ve büyük gardlar çekiyorsunuz kendinize. Yaptığınız şeyin  doğruluğunu bile ispat edemeyen kişiliklerinizle, herkese ikinci yüzlerinizle gülücükler saçıyorsunuz. Ben size acıyorum. Gerçekleri ört pas ettiğinizde, iyilere düşman kesildiğinizde, hayatı yaşayamadığınız her anda, sevginin, aşkın, acının, sevilmenin, sevişmenin, doğmanın, ölmenin nedenini sorgulamadan yaşayışlarınıza daha çok acıyorum. Şunu söylemek gerekirse, eğer gerçekleri görüyor ve yaşadığınızı düşünüyorsanız, sakın ola yüzünüze maske taktırmaya çalışan varlıklara kendinizi feda etmeyin. Aptal olun ama kendinizi kaybetmeyin. En azından pişman olmazsınız.