Aşk neydi ? şehvet ve arzuların
birleşmesiyle oluşan bir tür zevk mi, bitter çikolatanın ağzında bıraktığı tatlıyla
karışık acı gibi mi, bir matematikte trigonometriyi çözer gibi mi yoksa
arıların yaptığı gibi bütün çiçeklerden alınan polenleri birleştirip
kendilerine yarattıkları farklı bir tat çıkarma eylemi mi ? Bütün bu kafamda
oluşturduğum soruların cevabını bulabilmek için bir arayış peşinde olmaktan
ziyade, hissederek ve gerçekten bunun ne tür bir duygu olduğunu keşfetmek
isteyerek yola çıkmış bulunmaktayım. Bu yolda nasıl bir mücadele vereceğimle
alakalı tek fikrim bile olmamasına rağmen, düşüncelerim burada karmaşıklığa
sürükleniyor ve aşkın bir baş kaldırıştan ziyade duvarları yıkıp, engelleri
aşmak olduğunu ve mutluluğun da hüznün de bir arada yaşandığı, ağızda tat
bırakıp vazgeçilemeyen duygu olduğu taraftarıyım. Bu yüzdendir ki, yaşamınızda
yer ettiğiniz ne varsa bu aşk denilen ve tadına varamadığınız soyut kavramı da
koymanızı tavsiye ederim. Çünkü yaşamayı öğrenmeye çalışmak sizi dünyaya
bağlayan tek şey olacaktır.
Translate
Bu Blogda Ara
26 Ekim 2017 Perşembe
19 Ekim 2017 Perşembe
Ayna
Aynaya bakıyorsun, aynadaki yansımanın sen olduğunu bilmeden. Onunla konuşmaya başlıyorsun daha sonra, sen konuşuyorsun o dinliyor. O hep susuyor, seni izliyor, sen ne yapsan aynısını tekrarlıyor. Sen yine konuşmaya başlıyorsun, yaşamını, yaşamından götürülenleri, acını, mutluluğunu, üzüntünü, hayallerini, gitmek istediğin yerleri, geceleri gökyüzünü seyrederek uykuya dalmayı anlatıyorsun ve o yine susuyor, sen olduğunu bilmeden
Etiketler:
acı,
ayna,
dinlemek,
gökyüzü,
irem düzgün,
konuşmak,
peynirdilimi,
sen olduğunu bilmeden,
seyretmek,
susmak,
uyku,
üzüntü,
yansıma,
yaşam,
yazar,
yazı
17 Ekim 2017 Salı
Doğum
Milyarlarca insanın birleşmesiyle o en yüce zevklerinden
çıkan sperm ürünlerinin milyonları geçip, tek bir yumurtaya egemen olma çabası
yüzünden benim bu dünyadaki varoluşuma sebep olması, hayatıma müdahale edilip,
bu zamana kadar da devam edilmesi o afacan sperm sayesinde dünyaya gelişim en
büyük saçmalıktı.
13 Ekim 2017 Cuma
Hastane
O eve gelmiştim, uyuyordu. Uykusundan kaldırmak istemiyor
diğer yandan da hastaneye gitmemiz gerektiğini biliyordum. Yavaşça yanına
yaklaştım, kahverengi kumral dalgalı yumuşak saçları, esmere yakın ten rengi,
göz kapaklarındaki uyku belirtisi, pembe dudaklarının hafif aralıklı haline
bakıyordum öylece. Yavaşça dokunarak ona seslendim. ‘Uyan!’ yavaşça gözlerini
açarak yataktan çıkmak istemiyormuşçasına bana o güzel bakışlarıyla baktı. ‘Hazırlanman
gerek, biliyorsun seni bir yere götüreceğim’ dedim. Nereye gideceğini bilmiyor
ve diğer yandan da o yataktan ayrılmak istemiyordu. Kalktı, o keskin suratıyla
bana bakıyordu öylece, öyle güzel. Üzerine giyeceği şeyleri seçti hızlı bir
biçimde. Halsiz ve o zayıf çelimsiz vücuduna giydi giysilerini. Çıktık, bir
sigara yakıldı durağa kadar ve yürümeye devam edildi. Şaşkın ifadelerle yüzüme
bakıyor nereye gideceğimizi kestirmeye çalışıyordu. Otobüse bindik, kalabalık
ve leş insanların arasında rahatsız hissediyorduk kendimizi. İkimiz de
insanları sevmiyor, yalnız kalmaktan daha çok zevk alıyorduk. Gideceğimiz yer
sanki daha çok uzuyor, yol bitmek bilmiyordu. Önümde boş bir koltuğa oturmuş,
müziğin kulağıma verdiği huzur ile birlikte onu izliyor, saçlarındaki o renk
ahengini, boynundaki inanılmaz tenini, duruşundaki kendinden emin kişiliğini
ezberlemiş, otobüsten biran önce inip bir dal sigara yakmayı bekliyordum.
Sonunda kalabalıklar arasından kurtulmuş yine sokağa atmıştık kendimizi.
Yakılan sigaraların verdiği huzurla birlikte hastaneye girerek verdiğim mücadeleyi
tamamlamak üzere doktorun odasına doğru ilerledik. Ama çok geçti, bazen bazı
şeyler için geç kalmış oluruz, onun bakışları altında ezildiğimi hissediyordum.
Onun uykusunu bölüp buralara kadar getirmekle hata yapmıştım belki de. Kızgın,
yorgun ve açtım. Binlerce insanın beklediği durağa gelerek kalabalıklar
arasında otobüse binip sadece gitmek istiyorduk, sakin ve biraz da olsa huzur
dolu olan evimize. Oturduk, insanların pislikleriyle dolu olan, binlerce
kişinin dokunduğu, düşündüğü, sabahları işe gitmek için aceleyle yetişip burada
uykuya devam edilen, müzik dinlenilen, dertlenilen otobüse oturmuştuk.
Kendimden bile çok sevdiğim kulaklığımı çıkarmış, ondan etkilendiğim
anlaşılmasın diye ters cevaplar veriyor, diğer yandan da uykusundan alıkoyduğum
için mahcup oluyordum her seferinde. Ona bakmamak için suratımda oluşan saçma
hareketler, onu merak edercesine camdaki yansımasına takılıp izlemem, konuşmayı
pek sevmediğim halde konuşmak için her dönmemde ağzımdan hiçbir kelimenin
çıkmaması beni endişeye itiyor, ondan kaçmak için her yolu deniyordum. Bir şeyin farkındaydım; ben ondan etkileniyor ve buna karşı
koyamıyordum. Bir sigara daha yakıldı otobüsten inip kalabalıkların arasından
geçip eve gidene kadar. Akşam olmuştu, yorgun ve açtık bir o kadar da üşümüştük.
Karanlığı severdik biz, kendi yalnızlığımızda saatlerce sessiz kalıp susmayı.
Karanlığın içinden küçük olan sobayı yaktı, etraf kırmızı olmuş üzerimizdeki
montu çıkarmış o yatağa ben ise köşeye serilmiştim bile. Oturduk, hiçbir şey
konuşmuyorduk, sadece yan yana oturmuş birbirimizden herhangi bir tepki
bekliyorduk. Tepkiyi veren o olmuştu, zaten her zaman o yapardı bu nazik
dokunuşu. Biz konuşarak değil bedenlerimizle iletişime geçerdik hep.
Dudaklarıma hafif ama bir o kadar etkili olan dudaklarını ahenkle dans
ettirircesine sunuyordu. Elleri vücudumda şarkı söylüyordu adeta, dudakları ise
beni bırakmıyor gözlerindeki duygularını hissedebiliyordum. Bedenlerimizin
birleşmesine engel olan kıyafetleri bir bir atıyor tenimizi her sevişmemizdeki
gibi en baştan tanımaya yola koyuluyorduk.
Çeşitli türdeki çiçeklerin ve çam ağacının birleşmesi ile oluşan kendini
bir o kadar etkisi altına aldığı tarif edilemez kokusu tenime her değdiğindeki
verdiği heyecan ile birleştiğinde kendime engel olamıyor, ona doğru süzülüyordum.
Kapılmamam gerekiyordu, bana her dokunuşunda duygularım artıyor diğer yandan da
kendimi hiçbir şey hissediyordum. Sevgiyle öptüğü dudaklarını ittim
dudaklarımdan. Fazlasıyla şaşırmış ve bir cevap bekliyordu benden. Bahaneler
üreterek kaçmak istemiştim fakat beni tutup konuşmak istiyordu. Çıplak
bedenlerimizle yatağa yan yana oturmuş ben susuyor o ise beni bekliyordu
konuşmam için. Bir yolunu bulup bana her soru işaretiyle baktığında kaçtım,
kaçmayı her seferinde çok güzel başarıyordum. Belki de yapabildiğim tek şey
buydu. Onun etkisi altında kalmamak için elimden geldiğince tersliyor sanki
ondan nefret ediyormuşçasına bir tavır sergiliyordum. Apar topar üzerimi
giyinip sigara yakıp gitmekti tek niyetim ve hep bunu yapardım. Artık
sokaktaydım o ise ardımdan bakmakla yetinmişti.
Yabancı
Uyandığımda
yabancılaşmıştım. Kendimden, odamdan, odadaki duvarlardan, dolaplardan, aynalardan, insanlardan, kısacası her şeyden
öyle yabancılaşmıştım ki, artık ne kendimi ne de etrafımdaki olanları tanıyabiliyordum. Kalktım,
her yanı kan revan olmuş yatağımdan dışarıya baktım pencereden. Hava
soğuk, etrafı kaplayan beyazlıktan hiçbir şey görünmüyor ve sessizdi. Loş ışıklar arasında havanın
yeni aydınlanmasıyla birlikte gecemin bittiğini fark ettim. Artık uyuma
vaktiydi ve hava kararınca yozlaşmakta olan hayatıma yeniden başlayacaktım. Yalnızdım, uyudum, saatlerce sanki hiç uyumuyormuşçasına uyudum. Dünyanın
saçmalığını görmemek için her seferinde gözlerimi gün yüzüne kapıyordum. Ben geceleri
severdim, karanlık sokakları, tinercileri, o bomboş sokaklarda elinde içki
şişesiyle oradan oraya yaylanan insanları severdim. Gece çöplerden yemek
arayanları, sokak kedilerini ve yalnız insanları severdim. Gerçekleri birkaç kat
daha gördükleri, kendilerini soyutladıkları bu dünyadaki yaşamlarını sadece
yalnızlığa, içkiye ve sigaraya verenleri severdim.
6 Ekim 2017 Cuma
Anka Kuşu
Hatırladığım tek şey karanlık bir dünyada var
olduğumdu. Yeryüzüne indiğimde yalnız ve boştum. İnsanlar bir koşuşturma halinde, gökyüzü gece gibi derin ve karanlık,
mutluluktan eser yoktu. Karanlıkta herkesle çarpışabilirdi insan. Ve ben de bir insana çarpmıştım bu derinliğin
ortasında. Görkemimden etkilenmiş olmalı ki gözleri parlamıştı bu karanlıkta.
Teni bir o kadar pürüzsüz, sarıya çalan saçlarıyla ışığım olan insanın. Hayatım
berbat gidiyorken inanılması güç bir umut vardı içimin en derinlerinde. Ben bir
Anka kuşu ve sen özgürlüğümün parçasıydın. Hayata kendim tutunan, kimseye muhtaç
olmayan, kanatlarımın huzurunda nefes alan, herkese kendimden fazla koşarak
yardım eden bir varlıktım. Sen, bu kötü dünyada melek, yaşamında bana muhtaç
olan karanlığımın ışığıydın. Bütün zorluklara rağmen yapılması gereken daha çok
şey vardı. Özgürlüğümün parçası olan karanlıktaki o insan, hayatının en
derinliklerinde, acılarının katlanılmaz zamanında bana tutunmayı seçmiş
bulunuyordu. Ve ben onun tek çaresiydim.
Nefesinin içinde bulunduğum, gülünce gözlerinin yanında oluşan mutluluk
kırışıklıkları, saçlarıyla teninin birbiriyle olan ahenkliği, kahverengiye
çalan gözleri, pembe ve bir o kadar mutsuzluğuna umut kattığım narin yumuşak
dudakları, boynundaki beni etkisi altına alan o taze çiçek ve kestane kokusu,
kasıklarındaki acılarından bir haber ama o eşsiz güzelliği bir tek benim
gördüğüm cenneti, çarpışabileceğim tek inanılmaz insan anlamına geliyordu. Bir
kuşun aşık olabileceği imkansızın ötesindeydi. O gün ölümümün yaklaştığını
anlamıştım. Uçmak için kullandığım kanatlarım beni taşıyamıyordu artık. Kimse
beni bu halde görmemeliydi. İki seçeneğim vardı; ya yaşayarak ölümü bekleyecektim ya da ölerek
küllerimden yeniden doğacaktım..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)