Translate

Bu Blogda Ara

6 Ekim 2017 Cuma

Anka Kuşu

                                                                                                         

      Hatırladığım tek şey karanlık bir dünyada var olduğumdu. Yeryüzüne indiğimde yalnız ve boştum. İnsanlar bir koşuşturma halinde, gökyüzü gece gibi derin ve karanlık, mutluluktan eser yoktu. Karanlıkta herkesle çarpışabilirdi insan.  Ve ben de bir insana çarpmıştım bu derinliğin ortasında. Görkemimden etkilenmiş olmalı ki gözleri parlamıştı bu karanlıkta. Teni bir o kadar pürüzsüz, sarıya çalan saçlarıyla ışığım olan insanın. Hayatım berbat gidiyorken inanılması güç bir umut vardı içimin en derinlerinde. Ben bir Anka kuşu ve sen özgürlüğümün parçasıydın. Hayata kendim tutunan, kimseye muhtaç olmayan, kanatlarımın huzurunda nefes alan, herkese kendimden fazla koşarak yardım eden bir varlıktım. Sen, bu kötü dünyada melek, yaşamında bana muhtaç olan karanlığımın ışığıydın. Bütün zorluklara rağmen yapılması gereken daha çok şey vardı. Özgürlüğümün parçası olan karanlıktaki o insan, hayatının en derinliklerinde, acılarının katlanılmaz zamanında bana tutunmayı seçmiş bulunuyordu. Ve ben onun tek çaresiydim.  Nefesinin içinde bulunduğum, gülünce gözlerinin yanında oluşan mutluluk kırışıklıkları, saçlarıyla teninin birbiriyle olan ahenkliği, kahverengiye çalan gözleri, pembe ve bir o kadar mutsuzluğuna umut kattığım narin yumuşak dudakları, boynundaki beni etkisi altına alan o taze çiçek ve kestane kokusu, kasıklarındaki acılarından bir haber ama o eşsiz güzelliği bir tek benim gördüğüm cenneti, çarpışabileceğim tek inanılmaz insan anlamına geliyordu. Bir kuşun aşık olabileceği imkansızın ötesindeydi. O gün ölümümün yaklaştığını anlamıştım. Uçmak için kullandığım kanatlarım beni taşıyamıyordu artık. Kimse beni bu halde görmemeliydi. İki seçeneğim vardı;  ya yaşayarak ölümü bekleyecektim ya da ölerek küllerimden yeniden doğacaktım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder