Hatırladığım tek şey karanlık bir dünyada var
olduğumdu. Yeryüzüne indiğimde yalnız ve boştum. İnsanlar bir koşuşturma halinde, gökyüzü gece gibi derin ve karanlık,
mutluluktan eser yoktu. Karanlıkta herkesle çarpışabilirdi insan. Ve ben de bir insana çarpmıştım bu derinliğin
ortasında. Görkemimden etkilenmiş olmalı ki gözleri parlamıştı bu karanlıkta.
Teni bir o kadar pürüzsüz, sarıya çalan saçlarıyla ışığım olan insanın. Hayatım
berbat gidiyorken inanılması güç bir umut vardı içimin en derinlerinde. Ben bir
Anka kuşu ve sen özgürlüğümün parçasıydın. Hayata kendim tutunan, kimseye muhtaç
olmayan, kanatlarımın huzurunda nefes alan, herkese kendimden fazla koşarak
yardım eden bir varlıktım. Sen, bu kötü dünyada melek, yaşamında bana muhtaç
olan karanlığımın ışığıydın. Bütün zorluklara rağmen yapılması gereken daha çok
şey vardı. Özgürlüğümün parçası olan karanlıktaki o insan, hayatının en
derinliklerinde, acılarının katlanılmaz zamanında bana tutunmayı seçmiş
bulunuyordu. Ve ben onun tek çaresiydim.
Nefesinin içinde bulunduğum, gülünce gözlerinin yanında oluşan mutluluk
kırışıklıkları, saçlarıyla teninin birbiriyle olan ahenkliği, kahverengiye
çalan gözleri, pembe ve bir o kadar mutsuzluğuna umut kattığım narin yumuşak
dudakları, boynundaki beni etkisi altına alan o taze çiçek ve kestane kokusu,
kasıklarındaki acılarından bir haber ama o eşsiz güzelliği bir tek benim
gördüğüm cenneti, çarpışabileceğim tek inanılmaz insan anlamına geliyordu. Bir
kuşun aşık olabileceği imkansızın ötesindeydi. O gün ölümümün yaklaştığını
anlamıştım. Uçmak için kullandığım kanatlarım beni taşıyamıyordu artık. Kimse
beni bu halde görmemeliydi. İki seçeneğim vardı; ya yaşayarak ölümü bekleyecektim ya da ölerek
küllerimden yeniden doğacaktım..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder